Aşağıda okuyacaklarınız 9 ve 16 yaşlarında iki kızı ile Barselona’da 2 haftalık bir tatil yapan bir ailenin bakış açısı ile yazıldı.
Okuma kolaylığı olması açısından ana başlıkları maddeler halinde toplamayı tercih ettim. Yazıyı komple okuyabileceğiniz gibi sadece sizi ilgilendiren kısımları da okuyabilirsiniz.
Sangria tarifi yazının en sonunda!

“Barselona” bizim aile için hayallerimizin tatil şehri! 4 kişilik bir aile ile seyahat etmek her zaman çok eğlenceli olmayabilir. Herkesin farklı ilgi alanlarını karşılayabilecek bir destinasyon bulmak bazen çok çok zor olabiliyor. Geçen yıl 5 farklı yere giderek herbirimizin taleplerini karşılamaya çalışmıştık. Oysa bu yıl karar vermek hiç de zor olmadı. Geçen yıl 3 günlüğüne görüp hepimizin tekrar gitmek istediği tek bir şehir vardı: Barselona!
Büyükler için ilginç müzeler, nefis Katalan mutfağı ve şarapları, büyük kızımız için müzelerin yanısıra ara sokaklara serpiştirilmiş onlarca butik ve tasarım ürünleri satan minik dükkanlar, küçük kızımız için harika bir plaj, deniz ve Tibidabo eğlence parkı… İki hafta kaldığımız halde bir daha gitsek yine de göremediğimiz müzeler, gitmek isteyip de gidemediğimiz restoranlar, ya da defalarca gitsek her seferinde ilginç yeni birşeyler bulabileceğimiz dükkanlar var. Nitekim büyük kızımız şimdiden yeni bir Barselona gezisinin hayalini kuruyor:) Aşağıda son gezimizin notlarını toparlamaya çalıştım.
Ulaşım: Türk Hava yolları ile aylaaaaar öncesinden alınmış biletler ve kullandığımız mil puanları ile nispeten uygun fiyata bir yolculuk yaptık. İzmir’den direkt uçuş bulamadığımız için (Tur şirketlerinin özel uçuşları dışında İzmir’den direkt uçuş yok!) İstanbul aktarmalı bir uçuş yaptık. Eğer siz de ailecek seyahat ediyorsanız ve kalacağınız yer şehir merkezinde ise lütfen havalimanında bir taksiye binin ve kalacağınız yere öyle gidin. Biz havaalanından şehir merkezine giden tren bağlantısının konforlu olacağını zannedip trenin kalkmasına saniyeler kala kendimizi trene attığımızdan içerisinin ne kadar kalabalık olduğunu sonradan fark ettik. Çocuklarla ve valizlerle tıklım tıkış dolu bir trende ayakta seyahat ederek şehir merkezine ulaştık. Gideceğimiz yere en yakın metro istasyonuna ulaşabilmek için metro aktarması da yapmak zorunda kaldık ve yine valizlerle Barselona metrosunun yeraltı tünellerinde yüzlerce metre yürümek zorunda kaldık. Toplamda 1 saatten fazla süren bu yolculuğumuzu yaklaşık 35.- Euro’ya taksi ile 20 dakikada yapabileceğimizi düşündükçe kendimize etmediğimiz küfür kalmadı..
Konaklama: Barselona konaklama imkanları açısından oldukça pahalı bir kent. Şehir merkezinde azbuçuk düzgün bir otel odası için bir servet ödemeniz gerekebilir. Üstelik çoğu zaman bu fiyata kahvaltı dahil bile olmayabilir. Bizim gibi ailecek seyahat ediyorsanız ve uzun bir süre konaklamayı düşünüyorsanız bir apart tercih edebilirsiniz. Barcelona’nın her semtine yayılmış her kategoriden yüzlerce kiralık apartman dairesinin içinden seçim yapabileceğiniz www.apartmentbarcelona.com sitesinden kalacağınız yeri internet üzerinden ayarlayabilirsiniz. Bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, ocak, fırın, mikro dalga gibi aletlerle donatılmış 4 kişilik bir apart için biz de gecelik yaklaşık 100.- Euro ödedik. Miniminnacık balkonumuz kısmen deniz manzaralı idi. Daha önceki Barselona seyahatimizde Barceloneta bölgesini gözümüze kestirmiş ve apartımızı bu bölgeden seçmiştik. Çünkü burası hem merkeze yürüme mesafesinde, hem önünde kilometrelerce uzanan harika bir plaj var hem de plaj boyunca uzanan çok sayıda kafe ve restoran geceleri geç saatlere kadar açık. Hemen her sokakta bakkal tarzı marketler de geç saatlere kadar açık.
Yemek & İçmek : Barselona’da bulunma nedenlerimizden biri de daha önceki gelişimizde yediğimiz içtiğimiz her şeyin tadının damağımızda kalmasıydı. 2 haftalık bu tatilimizde yine de her şeye doyduk diyemiyoruz tabii ki. Barselona’ya ilk gittiğimizde restoran bar ve kafelerde bardak ya da sürahilerde verilen içi buzlu ve meyveli kırmızı bir içecek dikkatimizi çekmişti. Adının Sangria olduğunu öğrendiğimiz bu içecek sonradan bizim favori içkimiz oldu. Adını “kan” anlamına gelen Sangra kelimesinden alan bu içki her bar ve restoran’da farklı hazırlanıyor. Yani her barmen’in kendi tarifi var. Ben en çok Barcelonta’da kaldığımız apartın hemen yan sokağında bulunan “Absenta” isimli bar’ın sangria’sını beğendim. Çeşitli yerlerden okuduğum tariflerle hazırladığım özel Sangria tarifini de bu yazıya ekleyeceğim.
Küçük kızımız yemekler konusunda biraz seçici olmakla beraber hemen her restoran ya da barda bulunabilen İspanyol ometi tortilla ve domatesli ekmeklere bayıldığı için pek sorun çekmedik. Doğrusu her öğün Mcdonaldas’a gitmek gibi bir niyetimiz hiç yoktu. Yemek pişirme imkanları bulunan bir dairemiz olduğundan her sabah zengin bir kahvaltı ile güne başlayıp bir öğünü evde, bir öğünü dışarıda yemeyi planlamıştık. Ama pek çok kez yemek için eve dönmek yerine nefis jambonlarla hazırladığımız sandviçlerimizi yanımıza alıp dışarıda piknik yapmayı tercih ettik. Domuz eti ile bir sorununuz yoksa gerçekten nefis jambon ve sosisleri var. Yoksa tavuk ve hindi ile yapılmış alternatiflerini tercih edebilirsiniz. Nerdeyse her semtte bulunan “Mercat”lar üstü kapalı bir tür pazaryerini andırıyor ve meyve, sebze’den her türlü et ve süt ürününe kadar buralarda bulamayacağınız ürün yok. Bu “mercat”ların en meşhuru tabii ki La Rambla üzerinde bulunan “La Bouqeria” . 2 hafta boyunca turistik olan olmayan, iyi kötü pek çok restoran ve barda yemek yedik. Güzel manzaralı olan pek çok restoranın yemeklerinin turistik derecede pahalı ve lezzetsiz olduğunu çabuk keşfettik. Yediğimiz en güzel yemekler sokak arasındaki küçük Katalan restoran ve barlarındaydı. Ama yine de Barceloneta sahilinde güneş batarken plajı seyretmek ve Sangria’nızı yudumlarken Endülüs tarzı bol sarımsaklı bir sosla hazırlanmış bebek kalamar ve patatas bravas atıştırmak da( gurme’lik bir deneyim olmasa da) son derece keyifli..
Ailecek deneyip beğendiğimiz ve aradan geçen bunca zamana rağmen isimlerini unutmadığımız birkaç restoran da var:
Pitarra restaurant: Şehir merkezinde yat limanına yakın bir sokakta bulunan bu restoranda yediğimiz tüm yemekler tam bir şölendi, üstelik tatlıları da muhteşemdi. Ama bence turistler için hazırlanmış “menü del dia” yerine menüden kendi seçimlerinizi yapın. Fiyat biraz daha yüksek olacaktır ama turistler için hazırlanmış giriş yemeği, ana öğün ve tatlı’dan oluşan menülerin kalitesi biraz düşük olabiliyor. http://www.restaurantpitarra.cat/
Nou Cellar : La Ribera bölgesinde Picasso müzesine açılan bir ara sokakta bulunan bu restoranın önünden geçtiğimizde “ayyy hapishane gibi” dedik. Çünkü yerin altına doğru inen merdivenlerden giriliyordu ve pencereleri sokakla aynı hizadaydı. İçerisinin kalabalıklığı ise dikkate değerdi. Picasso müzesinin önündeki kuyruğu görüp girmekten vazgeçtiğimizde ise karnımızın gurultusu bizi yine bu restoranın önüne getirdi. Öğlen yemeği saatini geçtiği için boş masa bulmak sorun olmadı. Yemekler gerçekten güzeldi. Fiyatlar makuldü. O güne kadar yediğimiz en güzel “tomato bread”ler de buradaydı. Domatesli ekmekler turistik restoranlarda mutlaka menüde bulunuyor oysa genelde yerel lokantalarda bunlar yemeklerin ya da içkilerin yanına ikram olarak veriliyormuş. (Biz Barselona’da ikram eden bir yere rastlamadık) Böyle yazdım diye çok özel bir şey olduğunu düşünmeyin. Alt tarafı kızarmış ekmek üzerine sürülen domates püresi.. Ama ekmek taze kızartılmışsa çok güzel bir tapas oluyor..
Euskal Etxea: İspanya’ya gelmişken bir de kuzey İspanya’ya özgü meze yemek isterseniz (ki mutlaka tavsiye ederiz) ilk seçeneklerden biri Euskal Etxea olabilir. Minik ekmek dilimlerinin üzerine hazırlanmış kürdanlarla tutturulmuş bu atıştırmalıkların hepsi birbirinden lezzetli. Genellikle ayakta ya da bar taburelerinin üzerinde oturuluyor. Açık büfe olarak hazırlanan pintxos’lardan dilediğiniz kadarını tabağınıza doldurup yemeğin sonunda kürdanlarla dolu tabağınızla beraber kasaya gidiyorsunuz. Her kürdan için 1,80.- Euro hesaplanarak kürdanlarınız sayılıyor ve ücretinizi buna göre ödüyorsunuz. Lütfen kürdanlarınızı saklamaya kalkmayın o kadar da saf değiller 😉 Önce ucuz gibi gelse de büfedeki çeşitler karşısında kendinizi tutamayıp işi abartırsanız bir restoranda yemek yemiş kadar hesap da ödeyebilirsiniz..
Barselona’da alışveriş: Pek alışverişle arası olan bir insan değilim ama gittiğim yerlerde oraya özgü özel şeyler almayı severim. Bu konuda Barselona inanılmaz bir cennet. Adeta bir tasarım cenneti. Geçen yıl Paris’e gittiğimizde hediyelik eşya almakta epey zorlanmıştık çünkü satılan hediyeliklerin %80’i çin malı uyduruk şeylerdi. Kalan %20 ise ödenmeyecek kadar pahalı sınıfına giriyordu!
Vinçon: Tasarım ürünler için ara sokaklardaki enteresan butik ve dükkanlar dışında Passeig de Gracia’da Casa Mila’nın hemen yanındaki tarihi bir başka binada bulunan Vinçon’u tavsiye ederim. Zaten mağzanın kendisi bile bir müze kadar enteresan. Alt katta ufak tefek eşyalar, mutfak ürünleri, oyuncaklar vs. var. Üst katta ise daha çok mobilyalar var. Mobilya ile ilgilenmiyorum demeyin mutlaka ikinci katı da gezin. Duvar kağıtlarından mobilyalara ve aksesuarlara kadar herşey eşsiz!
Maremagnum: Port Vell’in hemen yanında denizin üzerine kurulmuş olan bu alışveriş merkezi biraz Amerikanvari bir shopping mall havası olsa da konumu ve mimarisi açısından oldukça güzel bir yer. Pazar günleri ve akşamları da açık olan mağzaları ile değişik saatlerde alışveriş yapmayı sevenler için de iyi bir adres. Pek çok tanınmış markanın mağzası var. Maremagnum’un hemen girişinde yer alan “Tapa tapa” restoran ise tahmin edilebileceği gibi epey turistik. Ama “paella” fena değildi.
El Corte Ingles: Alışveriş merkezi demişken bu tarihi alışveriş merkezini de saymazsak ayıp olur. Plaça de Catalunya meydanın hemen başında bulunan ana binasının restoranı pek çok turist rehberinde manzarası nedeni ile tavsiye ediliyordu. Biz de bir kahve içmek için çıktık ama bin pişman olduk. Servis felaket, zaten kafe bölümü self-servis ama ortalıkta olan elemanlar da son derece suratsız, çok kalabalık olmamasına rağmen içeride öyle bir uğultu vardı ki kendimizi bir fabrikanın kantininde hissettik. Evet manzara güzeldi ama bu manzarayı görmek için eziyet çekmeye değmez.. Alışveriş merkezi olarak hiç de ilginç bir şey satmıyorlar. Bildik markalar zaten her yerde mağzalarda da var
La Rambla: Feci turistik, kalabalık ve yankesicilerin çok sevdiği bir bulvar. Evet La Rambla’da baştan sona yürümeden Barselona’ya gittim diyemezsiniz ama bence La Rambla üzerindeki tek ilginç yer denize doğru uzanan noktada konuşlanan el sanatları çarşısı. Burada el yapımı süs eşyaları, tablolar, giyim eşyaları bulabilirsiniz.
Av. Portal l’Angel: La Rambla’nın hemen arkasından başlayan ve çok daha keyifli alışveriş yapabileceğiniz geniş bir bulvar. Bu bulvar bir süre sonra Barri Gotic bölgesinin karışık daracık sokakları ile buluşuyor. İşte o sokaklara defalarca girip kaybolmaya bayılıyorum.. Her sokakta mutlaka ilginç bir dükkan bulabilirsiniz. Fiyatlar ucuz değil ama en azından ödediğinizin karşılığını aldığınızı düşündürecek kadar kaliteli ürünler var.
Güvenlik: Bu kadar fıkır fıkır bir şehirde insan kendini güvende hissediyor mu? Yankesiciler konusunda dikkatli olmayı başarabilirseniz “Evet”. Ama Barselona yankesicileri ve bu çetelere göz yuman bir polis teşkilatı ile meşhur. Doğrusu gece geç saatlerde bile çocuklarla sokaklarda ya da metro istasyonlarında kendimizi tehlikede hissetmedik. Gece geç saatlerde metrolardaki tek sorun aşırı alkollü insanlar.. Tüm gençler Barselona’ya adeta partilemeye ve şişenin dibini görmeye gelmişler. Ama kesif alkol kokusunun dışında herhangi bir taşkınlık olayı ile karşılaşmadık.. Sanırım bu da şarap içenlerle rakı içenlerin farkı oluyor!
Başka metropollerde sıklıkla karşılaşılabilecek silahlı soygunculardan burada pek yok. Ama çeteler halinde dolanan usta yankesicileri sizin ruhunuz duymadan her türlü ortamda çantanızdan cüzdanınızı yürütebilecek kadar becerikli..
Discover walks: Barselona ile beraber Paris, Londra, San Francisco ve Prag’da da rehberleri olan bir acente. Sadece yerel rehberlerle ve bahşiş usulü ile çalışıyor. Şehrin belli noktalarında belirlenen buluşma saatlerinde orada olmanız yeterli. Herhangi bir önrezervasyon, bilet alma vs. gibi zorunluluklar yok. Rehberler İngilizce konuşuyor. Genel olarak minimum 5.-Euro’luk bir bahşiş ödemek gerekiyor ama diğer turların ücretleri düşünüldüğünde ve bu genç rehberlerin size kendi bakış açılarından İspanyol ve Katalan tarihini anlatırken şehir hakkında ne kadar çok şey öğrendiğiniz düşünülürse bunun çok daha fazlasını vermek isteyeceğinizi düşünüyorum. Discover walks’un Barselona için 3 turu var:
Rambla’s & Barri Gotic Tour; her gün saat 15.00’te “Teatre Liceu” önünde buluşuluyor.
The Gaudi Tour; her gün saat 10.00’da “Casa Batllo” önünde buluşuluyor.
Picasso’s Barcelona; her gün 17.00’de “plaça de l’Angel”da buluşuluyor.
Daha detaylı bilgi için: www.discoverwalks.com
Gaudi: Barcelona’ya imzasını atmış olan büyük sanatçı, mimar.. Eserleri arasında Casa Mila, Casa Batllo, Parc Güell ve tabii ki La Sagrada Familia var.. Kendi döneminde ve sonrasında pek çok sanatçı ve mimara ilham vermiş.
La Sagrada Familia: Geçen yıl geldiğimizde “La Sagrada Familia” nın 2,5 saatlik bilet kuyruğunu görüp içeri girmekten vazgeçmiştik. Bu kez internette okuduğumuz bir uyarı yazısı ile biletleri bir gece önce internetten aldık. Ertesi gün elimizdeki numara ile en yakın La Caixa bankasının bankamatiğine gidip La Sagrada Familia biletlerimizi aldık. Saatlerdir kuyrukta bekleyen insanları sollayıp bizim gibi internet biletliler için açılan özel kapıdan kolayca girip bu müthiş eseri gezdik. Bu tür yerlerin hemen hepsini gezerken birimiz için bir audio guide kiraladık. Böylece birimiz audio guide’dan dinlediklerini diğerlerine aktardı. La Sagrada Familia açık ara farkla bizi en çok etkileyen yapı oldu. Gaudi’nin dahi olduğuna bir kez daha inandım. Geçen yıl Casa Mila’yı gezdiğimizde de aynı şeyi düşünmüştüm. Ama bu kez gerçekten inandım.
Bilet fiyatları 18,30.- Euro ile epey pahalı ama buna değer.. Dünya üzerinde inşası en uzun süren kilise olmakla övünüyor (hatta halen inşası sürüyor) ama bence bunu bir tür tanıtım malzemesi olarak kullanıyorlar. Gerçekten isteseler bugünün teknolojik imkanları ile çoktan bitirmiş olmalıydılar!
Casa Mila : Ya da ilk yapıldığı yıllarda verilen ismi ile La pedrera (Taş ocağı). Gaudi’nin kendini tamamen kamu işlerine adamadan önce yaptığı son özel iş. Barcelona’lı rehberimiz Elaila’nın anlatımına göre bu binayı bir avukat için yapmaya başlayan Gaudi inşaat sırasında ve sonrasında o kadar çok maddi ve manevi sorunla karşılaşmışki “lanet olsun” deyip kendini kamusal işlere adamış. Zaten hemen sonrasında La Sagrada Familia inşaatına başlamış ve onun inşaatı sürerken bir tramvay kazasında hayatını kaybetmiş.
O yıllarda zenginlerin nasıl evlerde oturduğunu ve ne tür mobilyaları olduğunu merak ediyorsanız mutlaka bu binayı gezmelisiniz. Binanın bir kısmında halen oturanlar var. O nedenle her yeri gezilmiyor. Ama bu kadar ilginç bir yapının içinde halen oturanların olduğunu düşünmek bile insana heyecan veriyor. Binayı gezerken bir Audio Guide almayı ihmal etmeyin.
Casa Batllo: Bu binayı gezemedik. Eğer zamanınız kısıtlıysa ya da siz de bizim gibi bilet fiyatlarının fazlasıyla pahalı olduğunu düşünüyorsanız Casa Mila ile yetinebilirsiniz. Casa Batllo’nun ilginç yanı apartmanın aslında Gaudi’den çok daha önce yapılmış olması ve Gaudi tarafından tadilat yapılarak şu anki haline getirilmiş olması. O zamanlar binanın sahibi olan tüccar Passeig de Gracia üzerinde habire yapılan yeni ve ilginç binalardan etkilenmiş ve Gaudi ile görüşerek kendi binasını da en az onlar kadar görkemli olacak şekilde restore ettirmiş..
Parc Güell: Metro ve Otobüs ile ulaştığımız bu parka sıcak havalarda mutlaka sabahtan gidin. Daha sonra oluşan kalabalık ve sıcak birleştiğinde biraz çekilmez olabiliyor. Parkın ortasında yine Gaudi tarafından yapılmış eşsiz mozaiklerle süslü heykellerle dolu bir teras ve nefis Barselona manzarası size bir düş bahçesinde olduğunuzu hissettiriyor.
İnanılmaz ama gerçek: Parka giriş ücretsiz 😉 Yanınızda götüreceğiniz bir piknik sepeti ile bir daha nasip olmayacak kadar egzantrik bir ortamda piknik yapabilirsiniz.
Çikolata Müzesi / Museu de la Xocolata: Kesinlikle 4.- Euro verip gezmeye değmez. Tek ilginç yanı gerçekten kaliteli çikolatadan yapılmış olan giriş biletleri! Evet, müzenin biletlerini çikolatadan yapmışlar, böylece içeride çikolatadan yapılmış heykelleri vs. gezerken canınız çektiğinde biletinizi çıkarıp ısırmaya başlayabilirsiniz. Ama müzeyi gezmek şart değil, girişte bulunan kafeterya’da çeşitli çikolata türlerini satın almak veya kahve eşliğinde orada yemek mümkün. Müze bölümündeki heykeller çocukların ilgisini çekmekle beraber yetişkinler için çok da ilginç değil..
Tekneyle Liman Turu: Port Vell yakınlarında bulunan küçük bir acentenin yaptırdığı 35 dakikalık Liman turu pek de ilginç değil. 6.- Euro’luk fiyat ise bu tur için oldukça fazla bence..
Tibidabo Eğlence Parkı: Bir zamanlar Tibidabo dağının eteklerinde yazlıkları bulunan Barselona sosyetesinin yaz günlerinde aileleri eğlensin diye kurduğu bu lunapark tesisi oyuncakları bakımından olmasa da manzara olarak dünyanın en eşsiz eğlence parklarından biri. Özellikle çocuklarla yapılan bir Barselona gezisinde mutlaka uğramanız gereken yerlerden biri. Bazı oyuncaklar 1928’lerden kalma. Bunların yanında son derece yeni ve heyecen verici oyuncaklar da mevcut. Bunlardan bazıları öyle konumlanmış ki rayların üzerinde giderken ya da hızla aşağı inerken Barselona’nın üzerine doğru uçuyormuşsunuz hissine kapılabilirsiniz. Ne yazıkki parkın en ünlü atraksiyonlarından biri olan dönme dolap artık kaldırılmış.. Park gece geç saatlere kadar açık. Ama epey yüksekte olduğundan gece için yanınıza mutlaka bir ceket almayı ihmal etmeyin. Biz gece geç saate kalmayız demeyin çoluk çocuk oyuncaklara kendinizi kaptırınca saatlerin nasıl geçtiğini anlayamayabilirsiniz. Biz kapanana kadar kaldık.
Tibidabo’ya ulaşım bile başlı başına bir eğlence. Önce Metro ile Plaça de Catalunya’ya oradan FGC treni ile Avinguda Tibidabo’ya, oradan Tramvia Blau ya da otobüs ile Plaça Dr Andreu’ya çıkıp son olarak da buradaki istasyonda biletlerinizi alıp Funicular(bir tür yatay teleferik) ile en yukarıya Parcd’Atracctions’a çıkıyorsunuz. Eğer pek ağırbaşlı takılan bir yetişkinseniz ya da torunlarını gezmeye götüren bir anneanne ve dede iseniz sadece çocuklar için ayrı bir bilet alıp kendiniz için sadece park girişinin dahil olduğu daha ucuz bir bilet alabilirsiniz. Bileğinize takılan biletler sayesinde park yetkilileri kimin oyuncaklara binme hakkı olduğunu kimin ise sadece parkta dolaşmak için geldiğini anlayabiliyor. Mantıklı bir sistem..
Detaylı bilgi ve fiyatlar için www.tibidabo.es
Cosmocaixa: Eğer Tibidabo’ya gitmeye karar verdiyseniz yola biraz erken çıkın ve Tibidabo açılana kadar(öğlen 12.00’de açılıyor) bu eşsiz bilim müzesini gezin. DNA’lardan virüslere, Yağmur ormanlarından Fosillere kadar çevresi ile ilgili her çocuğun hatta yetişkinin ilgisini çekebilecek bu müzeye giriş şehrin diğer pek çok müzesine göre oldukça ucuz: 3.- Euro
Detaylı bilgi için: www.cosmocaixa.com
Montjuic: 1992 Olimpiyatlarına ev sahipliği yapan bu tepeye ulaşım için en keyifli yol Para.lel metro istasyonundan füniküler’e binmek ve oradan da teleferikle kalenin olduğu tepe noktasına çıkmak. Teleferik oldukça pahalı (Tek yön 6,30.- Euro) ama tek yön almanız yeterli çünkü inişte rahatlıkla yürüyebilirsiniz. Biz Kaleyi gezdikten sonra yürüyerek tepenin diğer bölümüne geçerek olimpiyat stadının yanından yürüyerek(içeri girmedik) ve MNAC müzesinin merdivenlerinden inerek Plaça d’Espanya’ya ulaşmayı tercih ettik. Ancak bu yol düşündüğümüzden daha uzun sürdü. Üstelik yol oldukça ıssızdı ve herhangi bir ulaşım aracı da geçmiyordu. Yine de yemyeşil ve bakımlı park alanlarının içinden yürümek oldukça keyifliydi.
Font Magica: Yürüyüşün sonunda MNAC binasının merdivenlerine geldiğimizde hava kararmaya başlamıştı ve etraftaki olağanüstü kalabalığı görünce sihirli fıskiye gösterisinin başlayacağını anladık. Normal şartlarda gidip seyretmeyeceğimiz bir gösteri olmasına rağmen yüzlerce insanın heyecanla bu gösteri için beklediğini görünce açlığımızı filan unutup biz de aşağıdaki çimlerin üzerine oturup gösteriyi izledik. Ve gerçekten bu kadar insanın neden beklediğini de anladık. Müthiş bir ses sistemi ile Freddy Mercury’nin “Barcelona” parçası çalmaya başladı ve aynı anda fıskiyeli büyük havuzda ışıklı bir su oyunu başladı. Yaklaşık 30 dakika süren gösteri gerçekten çok ama çok keyifliydi.
MNAC: Museu Nacional d’art de Catalunya, Katalonya’nın ulusal sanat galerisini gezmek için Ağustos ayının ilk Pazar gününü bekledik. Çünkü bu müze ve şehirde diğer bazı müzeler her ayın ilk pazarı ücretsiz gezilebiliyor. Normal şartlarda 10.- Euro civarında bir giriş ücreti ödemek gerekirken biz bedava girdik, üstelik sadece 20 dakika kadar kuyrukta bekledik. Ama doğrusu ne biz yetişkinler ne de çocuklar için çok fazla ilginç sanat eseri bulamadık. Eminim sanatla ilgilenen kişiler için gerçek bir cennettir ama biz aradığımızı bulamadık ve 2 saat dolmadan kendimizi dışarıda bulduk.
Picasso: Tam olarak Barselona’lı olmasa da hayatının bir bölümünü Barselona’da geçirmiş olan bu sanatçının da Barselona’da bir evi var. Bu ev-müze’yi ücretsiz gezebilmek için ayın ilk pazarını bekledik ama önündeki kuyruğu görünce o gün giremeyeceğimizi anladık. Picasso’nun en önemli eserlerini İstanbul’a geldiğinde görmüş olduğumuzu düşünerek kendimizi avuttuk. La Ribera’da yani eski zanaatkarlar bölgesinde bulunan bu müze birbirinin tıpatıp aynısı olarak inşa edilmiş 5 eski konağın birleştirilmesi ile düzenlenmiş ve bu hali ile Barselona’daki en büyük müzelerden biri. Müzede neredeyse 4000 eser bulunmakla beraber en tanınmış eserleri burada değil ama çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren oluşturulmuş kolleksiyon sanatçının gelişimi ve değişimi ile ilgili ipuçları veriyor(muş).

Salvador Dali: Bu çılgın, dahi sanatçı Barselona yakınlarında Girona’da yaşamış. Girona, Barselona’dan trenle 1,5 -2 saatte ulaşılan sevimli bir kasaba. Eğer Barselona’da uzun zaman kalıyorsanız ve şehir dışını gezmek için bir gün ayırmak istiyorsanız Dali’nin çılgın tiyatro-müze’sini gezebilirsiniz. Dali, eserlerinin ancak onu izleyen ve takdir eden insanlarla bir anlam bulacağına inandığından müzeyi gezerken bir audio guide ya da kitapçık vermiyorlar. Yine de benim gibi hiçbir şey anlayamamaktan korkuyorsanız müzenin dışındaki dükkanlarda satılan kitaplardan edinebilirsiniz.Müze de kasaba da pek büyük değil. Neredeyse yarım günde hepsini gezebilirsiniz. Ama sabah erken saatlerde gitmekte fayda var. Giriş kuyruğu epey uzun olabiliyor.
Parc de la Cituadella: Barselona’daki en keyifli günlerimizden biri de Parc de la cituadella’daki hayvanat bahçesini gezdiğimiz gün oldu. Neredeyse parkın açıldığı saatte gidip kapanmasına dakikalar kala çıktık. Bu hayvanat bahçesinin özelliği 19. Yüzyılda kurulduğu günlerin karakterini yansıtması. Oysa 400 farklı türden yaklaşık 7500 hayvana ev sahipliği yapıyormuş. Tüm günümüzü orada geçirdiğimiz halde hepsini görebildiğimizden emin değilim. Yunus şovunu ya da penguen şovunu seyretmeyi düşünüyorsanız parka girerken saatlerine bakın genellikle günde 1 ya da 2 şov var. Şovlar çoğunlukla Katalanca ya da İspanyolca ama lisanın pek de önemi yok..
Hayvanat bahçesinin çeşitli yerlerinde piknik yapabileceğiniz alanlar var. Çantanızı sevdiğiniz atıştırmalıklarla doldurun ve çimlerin üzerine oturarak keyifli bir piknik yapın. Ama parkın çeşitli köşelerinde kafeteryalar da mevcut. Parkın içinde yürümek istemeyenler için bir tür elektirikli araç kiralamak da mümkün ama fiyatları oldukça yüksekti..
Detaylı bilgi için: www.zoobarcelona.com
Port Olimpic: Yine 1992 Olimpiyatlarının miraslarından biri olan bu limana Barceloneta kıyısından plaj boyunca yürümek bence Barcelona civarındaki en keyifli yürüyüş rotası. Bir yandan akdeniz boyunca uzanan geniş plaj, bir yandan bu yürüyüş yolu üzerinde spor yapan, paten kayan gençler ya da sadece akşam gezintisine çıkmış şehir insanları ve yine yol boyunca sayısız kafe ve bar bu yolu canlı kılıyor.
Platja de sant Sebastia: Barceloneta Plajı geceyarısına kadar halkın kullanımına açık. Gerçekten de gece geç saatlere kadar kumların üzerine yayılıp pizza yemek, içki içmek ya da sadece yatıp yıldızları seyretmek mümkün. Saat 24.00’ten sonra temizlik ekipleri geliyor ve siz ertesi sabah geldiğinizde yine pırıl pırıl bir plaj buluyorsunuz. Bu Plaj da Olimpiyatlar sayesinde yeniden düzenlenmiş ve bugünkü haline gelmiş. Tatilimiz süresince 2-3 kez bu plajdan denize girdik. Doğrusu şehrin ortasından girilen bir denizin pek temiz olamayacağını düşünüyorduk. Ama hem plaj hem deniz o kadar temizdi ki birkaç kez gelip denize girdik. Plaj boyunca sıralanan kafetertya ve restoranların yanısıra umumi tuvaletler, duşlar, kiralık havlu ve dolap ofisi bulunuyor. Bu ofiste ayrıca depozito karşılığında kova ve kürek ödünç alabiliyorsunuz..
Barcelona’nın bu kadar turist çeken bir şehir haline gelmesinde bu şehirde düzenlenen iki Expo fuarınınve 1992 olimpiyatlarının çok önemi var. Şehrin girilemeyen pislik içindeki bölgeleri gelen yatırımlarla toparlanmış ve şehrin her köşesine sanatla, sporla içiçe yeni alanlar eklenmiş. Tüm bu yatırımlar Katalanların eşsiz yeme içme kültürü ile birleşince ortaya keyfine doyulmaz bir kent çıkmış.
Ne diyelim, darısı İzmir’in başına..
Esin’in Sangria Tarifi ile bu yazıyı bitirelim
Malzemeler:
1 şişe kırmızı şarap
2 küçük sıkmalık portakal
1 Elma
İsteğe ve mevsime bağlı
Nektarin (ya da şeftali)
birkaç kızılcık
1 erik
2-3 çorba kaşığı şeker
Limon, portakal ya da meyve aromalı bir gazoz
Büyükçe bir sürahi ya da kavanoz
Meyveleri kabuğunu soymadan ince dilimler halinde kesip sürahi ya da kavanozunuz koyun. Üzerlerine şekeri serpiştirip bir şişe kırmızı şarabınızı dökün. Bu karışımı bir gece boyunca buzdolabında bekletin. Ertesi gün servisten hemen önce yaklaşık yarım litre gazozla karıştırın ve bol buzla servis edin. Hem görüntüsü hem tadı müthiş nefis bir içecek..